11 Temmuz 2008 Cuma

MOTİVASYON VE BEKLENTİLER

Yazıma tarihe ismini altın harflerle yazdırmış olan, boksör Muhammed Ali’nin bir sözüyle başlamak istiyorum. Diyor ki Muhammed Ali: “Antrenmanların her dakikasından nefret ediyordum. Fakat kendi kendime “vazgeçme” dedim. Şimdi sıkıntı çek ve hayatının geri kalanını bir şampiyon olarak yaşa.” İlginç değil mi?

Aslında değil! Bizi harekete geçiren en temel güç, beklentilerimizdir. Verdiğimiz çabanın sonunda elimize geçecek olanlardır. İstediğimiz, beklentimiz olan şey ne kadar güçlüyse o kadar fazla çaba gösteririz. Motivasyon üzerine yazılan kuramlardan biri olan Vroom’un “Bekleyiş kuramı”nda, kişilerin belirli yönde motive olabilmeleri için harekete geçmelerini sağlayacak dürtü, kişinin o ‘şey’i elde etmek için gösterdiği istek ve o ‘şey’in gerçekleşme konusundaki beklentisine bağlıdır. Yani;

İsteme Derecesi x Beklentiler = Motivasyon Düzeyi’dir.

Kişiden kişiye beklentiler değişir. Beklentilere göre de, isteklerin derecesi farklılık gösterir. Dolayısıyla, kişiden kişiye motivasyon unsurları değişir. Yapılan bir araştırmada; insanlara sorulmuş:

Sizi Ne Motive Eder?

Farklı yanıtlar gelse de, genel olarak 2 ana başlık altında değerlendirmek mümkün. Bunlar:

1- Sonunda başarıyı elde etmeyi bekleyenler (%40'ın altında)
2- Sonunda cezadan kurtulmayı bekleyenler ( %60'ın üzerinde)

Buradan şöyle sonuç çıkarmak da mümkün tabii… Havuç için mi yoksa sopadan korunmak için mi mücadele veriyoruz?

İnsanlar hem ödüle kavuşmak hem de acıdan/cezadan kaçmak için bir işi yapmayı tercih ederler. Öncelikle belirtmek gerekir ki, iki türlü de motive oluruz. Aynı zamanda bir tanesi ağırlıklı olarak işleri yapmamıza neden olur. Ya ödüle kavuşma arzusu ya da acıdan/cezadan kurtulma isteği. (İnsan sevdiği konuda çalışırken ödüle, sevmediği konuda çalışırken cezaya odaklanır.) Hayatta çok az insan hazza yönelir. İnsanların muazzam bir kısmı acıdan kaçmak için kendilerini motive ederler.

Kimileri kendilerini daha çok para kazanmayı düşünerek, kimileri iyi bir statü elde etmeyi hedefleyerek, kimileri güç elde etmeyi isteyerek, kimileriyse hedeflerine ulaşarak kendilerini daha mutlu daha huzurlu hissetmeyi düşünerek motive ederler. Bunların hepsi hazza yöneliktir.

Bir diğer örnek ise Edison’dur. Edison’un aslında karanlıktan korktuğu için elektriği icat ettiğini neredeyse bilmeyenimiz yoktur. Yada yumurta kapının ağzına geldiğinde, sabahlara kadar ders çalışan öğrenciler vardır, değil mi?

Hangimiz yapmadık ki!...

NEDİR BU MOTİVASYON DEDİKLERİ?

Motivasyon kelimesi Latince "movere" , yani "hareket ettirme, hareketlendirme" kelimesinden gelmektedir. Psikolojik bir olgu olan motivasyonun değişik açılardan ele alınmış olması bir çok tanımının yapılmasına neden olmuştur. Ancak, benim en çok benimsediğim tanımı; “motivasyon, bireyin harekete geçmesi ve belli bir hedefe ulaşabilmesi için gerekli olan arzu ve isteğe sahip olması” dır.

Bu tanımın içerisinde, motivasyon kavramının temelini oluşturduğunu düşündüğüm 3 ana faktörle karşımıza çıkar :

Ø İnsan davranışını tetikleme
Ø Bu davranışı yönlendirme
Ø Bu davranışı sürdürme

İnsan davranışını tetikleme, insanın içinde onu çeşitli şekillerde davranmasını sağlayan güçler (güdüler) ve bu güdüleri harekete geçiren çevresel faktörlerle ilgilidir. İkinci faktör, belli bir hedefe yönelme ile ilgilidir. Üçüncü faktör ise ilk iki faktöre bağlı olarak, bireyin davranışını sürdürmesi ya da sürdürmemesi ile açıklar. Bu üç faktör de bir bireyi, analiz etmemiz ve onu anlamamız açısından anahtar teşkil ederler. Zaten bilimsel olarak da tanımlanmış motivasyon teorileri de bu üç faktör üzerinde yoğunlaşır. Ama ben bu teorilerden bahsetmeyeceğim.

Peki; motivasyon bu kadar önemli mi? EVET! Özellikle yönetici, birey yada çalışan, aile yada arkadaş çevresi açısından oldukça önemlidir. Çünkü:

1) Motivasyon, performansı doğrudan etkiler. Organizasyonel hedeflere ulaşmak, ancak motivasyonu yüksek çalışanlarla mümkün olacaktır. Bunu da tüm yöneticiler bilir.
2) Davranışların başlatılmasını, yönlendirilmesini ve sürdürülmesini sağlar. Bir nevi bizim itici gücümüzdür.
3) Bütün kaynaklarımızı amacımız doğrultusunda kullanmamıza olanak tanır.

Bizim millet olarak ortak bir özelliğimiz vardır. Çabuk gaza geliriz. Buna bazılarımız, motivasyon tanımı içerisinde yer verse de, ben aynı açıdan değerlendirmiyorum. İşlerimize Türk gibi başlayıp, Türk gibi bitiriyoruz ne yazık ki. Nasıl mı?

Bir işe girişirken “Allah, Allah!...” diye başlıyoruz. Bir heves, bir heyecan. Ama bir ara, engelle karşılaşma ihtimalimiz belirince “İnşallah, biter” diyoruz. Ardından, sonlara da doğru, sıkılmış ve bunalmış bir şekilde, “Kısmet değilmiş” diyerek, ilk zor engelde su koyuyoruz. Karşımıza çıkan engeller karşısında heyecanımız kayboluyor, kafalar karışıyor ve projeler bir başka bahara kalıyor. Örnek mi? İşte size örnek; verilemeyen kilolar, kazanılamayan okullar, biriktirilemeyen harçlıklar, başlanılamayan işler…

Güzel bir söz vardır: “Bir işe Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek.” Bizler bir işe girişirken, inanılmaz heyecanla, şevkle dolarız. Planlar, proğramlar, vizyon, misyon hepsi kafamızdadır. “Haydi, Bismillah…” deyip başlarız. Almanlar da (Batılılar da diyebiliriz genel olarak) durum vaziyet ne olursa olsun istikrarlı bir şekilde sonuca varana kadar devam ederler. Böylece başladıkları işi sonuçlandırırlar.

Peki, bizler!

Gaza gelmek yerine kendimizi nasıl motive edebiliriz?