19 Aralık 2008 Cuma

KRİZ Mİ? O DA NE!... (II)

Bir önceki yazımda; kriz kavramı üzerinde durmuş, önce genel olarak sanayicilerimize önerilerde bulunmuş, ardından krizi bireysel olarak incelemeye başlamıştık.

Bireysel olarak kriz konusunda yapılması gereken ilk eylem, finansal durumun gözden geçirilmesi ve iyileştirmesi olacaktır. Aslına bakarsanız, bu yaşamın her döneminde yapılması, sıkı sık göz önünde tutulması gereken bir konudur ancak her şey yolunda giderken bazen dikkatten kaçar.

Kaldığımız yerden devam edelim. Peki, işsiz kalanlar neler yapmalıdır? İstifa da etsek, kriz nedeniyle işsiz de kalsak, moralimizi mümkün olduğunca bozmamalıyız. Unutmayın yıkılmış, dağılmış birini kimse işe almaz. Öncelikle ailemizle(eş, çocuklar) konuşup, tüm kararları ortaklaşa alarak herkesi bilgilendirerek sürece dahil etmeli, hüznü de, heyecanı ve umudu da paylaşmalıyız. Böylece birlikte, işsizliğe ve belirsizliğe karşı savaşmış oluruz.

Yakın çevremizdeki önemli noktalarda çalışan, fırsat yaratabilecek, yönlendirme yapabilecek insanları arayıp, iş aradığımızı bilmelerini sağlayabiliriz. Tabii bunu yapabilmek için, önceki dönemlerde onları arayabilecek ilişkileri geliştirmiş olmamız şart.

Ola ki, bir fırsat yaratılıp görüşmeye çağrıldığımızda neler yapmalıyız? Her görüşme öncesi, en iyi şekilde hazırlanıp öyle gitmeliyiz. Bunu bir satış gibi düşünün. Kendimizi, tecrübelerimizi, bilgimizi, zamanımızı ve hayallerimizi satacağız. Kendimizi doğru gösterecek, giysi, konuşma ve eylemlerde bulunmalıyız. Her görüşmeye, diğerleri olumsuz da olsa, yeni bir satış, yeni bir fırsat olarak görmeliyiz.

Bu tür zamanlar, yani işsiz olduğumuz zamanlar, insanın kendine bakması, kendisiyle ilgili önemli kararları alabilmesi için aslında iyi bir fırsat olabilir. Eski işimizde kullandığımız veya hep içimizde olan bir yeteneği farklı alanda kullanmak için bundan iyi fırsat olamaz. Dönüştürülebilir yeteneklerimizi düşünmenin tam zamanı! Yaşamınızda neleri değiştirebilirsiniz? Bir düşünün!...

Peki, hala çalışan ama bir şekilde kendini tehlikede hissedenler neler yapmalılar?

İşimize daha bir gayretli sarılabiliriz. Ama bunu kör gözüne sokar gibi değil, dozunda ve sistemi zarar vermeden yapmalıyız.

Yapabiliyorsak öncelikle maliyet azaltıcı projeler yaratıp, uygulamaya sokabiliriz. Her işte bir yenilik, farklı bir çalışma gerçekleştirmek mümkündür.

İletişime her zamankinden daha fazla önem verebiliriz. İçe kapanarak, bugün mü, yarın mı işten çıkarılacağını düşünerek çalışamayız. Böyle olursa hem işimizi yanlış yaparız, hem de ilişkilerimizi bozarak, olumsuz durumları üzerimize çekeriz.


Unutmayalım, daha yukarıya yükselmek için biraz eğilmemizin zararı yoktur.

Eğilin ama yıkılmayın!...

KRİZ Mİ? O DA NE!... (I)

Birkaç gün önce, Denizli ve Delikliçınar Rotaract Kulübü’nün birlikte organize ettikleri yemekli toplantıya konuşmacı olarak davet edildim. Kulüp yöneticileri ve üyelerinin, bu şehrin ve hatta ülkemizin geleceğini oluşturacak, ekonomisine yön verecek çok seçkin, zeki ve başarılı arkadaşlardan oluştuğu gördüm ve çok sevindim. Güzel ve keyifli bir yemeğin ardından konuşmama başladım. “Bireysel vizyon” konusunda hazırlanmıştım ama konuşmamın bir bölümünü, ne yazık ki son günlerde kara bulut gibi çöken ve küçük büyük herkesi etkileyen “KRİZ” kavramı üzerine bir şeyler söylemeye ayırdım. Orada paylaştığım bazı düşüncelerle birlikte krizin anlam ve önemine dair düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Evet! Küresel anlamda, tüm dünyayı etkileyen, finansal açıdan herkesi zor duruma sokan bir daralma söz konusu. Herkesin tanımlamakta zorlandığı bir değişim sürecinden geçiyoruz. Makro ve mikro ekonomi kavramları neredeyse yeniden yazılıyor. Ama dikkatinizi çekerim; küresel kriz başlamadan öncede ülkemizde ekonomik göstergeler çok sağlıklı değildi. Şunu bilmeliyiz ki; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ticarette %100 kazanma dönemleri bitti, paradan para kazanma dönemi birkaç direnç gösterenlerin haricinde son buluyor. Daha az kar marjı ile para kazanmayı ve harcamayı öğrenmemiz gerek. Özellikle, Denizli’mizin sanayicilerine sesleniyorum. Çok para kazandığınız dönemdeki yaşam tarzınızı, iş yapış biçimlerinizi yeniden düzenlemelisiniz. İnovasyon denilen yeni, yaratıcı fikirler bulmalısınız. İşinizde farklı olmalısınız. Üretimde, satışta, insan kaynağında sihirli kelime artık “Kalite ve farklılık”. Bu hep vardı ama bunları görmekte zorlanıyordunuz. Para kazanırken bunlar boş düşüncelerdi ama şimdi ne yapacağınızı kara kara düşünüyorsunuz. İnsan kaynakları bölümleri artık işletmelerin en önemli bölümleri oldu. Eskiden de böyle olması gerekirdi ama.

Belki bilenler vardır; kriz için hep Çinlileri suçladık. Biliyor musunuz; Çince’de kriz, tehlike ve fırsat anlamına gelen “Wei-Ji” kelimelerinin birleşiminden oluşur. O zaman ne yapacağız? Fırsatları iyi göreceğiz, kuvvetli yönlerimize odaklanacağız, yeni fikirlerle farklılık yaratacağız, insan kaynağımızla, hem üretimi, hem de satışı en kaliteli haliyle sunacağız ve krizleri fırsata çevireceğiz. Kriz psikolojisini yaşamaya devam ettiğiniz sürece, kendi kuşağınızı, bu kadar yıllık emeğinizi boşa harcayacağınız gibi, sizin ardınızdan gelen kuşağa da kötü örnek oluyor ve onları da demotive ediyorsunuz.

Biraz da olaya bireysel boyutta bakalım!... “Sen onu bunu bırak; ben eve ekmek götüremiyorum, işsizim, yerimden korkuyorum” diyenler var çevremizde. Peki, onlar için neler söyleyebilir, önerebiliriz?

Her şeyden önce, paniğe kapılmadan, bu durumun geçici olduğunu iyice anlamamız gerekiyor. Sürekli süren bir kriz yok ve böyle bir şey varsa zaten kriz değildir. Sonra yapılacak ilk iş; var olan finansal durumu gözden geçirmektir. Sırasıyla şunlar yapılabilir:

* Tüm ödeme ve borçlarımızı listeleyebiliriz.
* Bunları önem sırasına göre planlayabiliriz.
* Aylık harcamaları, önemsiz kalemlerden başlayarak kısabiliriz.
* Varsa yüksek faizli kredi kart borçlarımızı, en düşüğe aktarabiliriz.
* Öncelikle mümkünse tasarrufa başlayın.

Devam yazımda, “işsizler ve yerinden endişe edenler için neler önerebiliriz?” Krizi beynimizde çözmeye çalışacağız.

HİKAYELERDİR ASLINDA YAŞAMI ANLATAN…

Yazılarıma başladığımdan beri dikkat ettim, daha çok kişisel gelişim ile ilgi mesleki paylaşımlarda bulunmuşum. Teorik bilgilerle bir farkındalık yaratmasını sağlamaya çalışmışım. Ama öyle hikayeler vardır ki, okuduğumuz-dinlediğimiz, birçok teoriyi, yöntemi, uygulamayı içinde görebilirsiniz. Zaman zaman böyle hikayelerle anlatmak istediğimizi daha kolay anlatabiliriz.

Hikâye, "Muhyiddin Arabi"ye ait. İçinde güven, sadakat, iletişim, kişisel farkındalık ve daha birkaç mesaj yer almakta. Hikaye alıntı olduğundan olduğu gibi aktaracağım.

Buyurun okuyun…

Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, Sultan Mahmud'un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken sultanın öylesine itimadını kazanmış ki, sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli, zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini, kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler.

Bu duygular içinde, özellikle sultan yakınları, ondan gün geçtikçe daha çok şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.

Bir gün sultanın huzurunda bir saraylının bir diğer saraylıya şöyle dediği duyulmuş: "Köle Ayaz'ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musunuz? Aslında her gün gidiyor; hatta izin günlerinde bile gidip orada saatlerce kalıyor. Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim.". Sultan kulaklarına inanamamış. "Gözlerimle görmeliyim" demiş. Böylece o da hazine dairesine gidip Ayaz'ı gözlemek istemiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp, içinde olanları seyretmeye hazırlanmış.

Ayaz hazine dairesine bir dahaki sefer geldiğinde sultan dışarıda beklemeye koyulmuş. Kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Köle Ayaz, sandığın önünde diz çökmüş, kapağı usulca kaldırmış ve içinden bir şey çıkarmış. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonra da açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise! İşte köle Ayaz, saraylı giysilerini çıkarmış bu elbiseyi giymiş ve sonra aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine: "Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?" diye sormuş.

"Bir hiçtin sen. Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. İşte Ayaz, şimdi buradasın, ama asla nereden geldiğini unutma. Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla; Ayaz hatırla!..."

Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden sultanla yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayaz'ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.

"Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi kalbimin hazinedarısın. Bana, benim de önünde bir hiç olduğum, kendi sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiği konusunda ders verdin."