29 Ağustos 2008 Cuma

YOL PUSULANIZ VE HARİTANIZ

Pusula”nız kendinizsiniz. “Harita”nız ise, hedefleriniz ve bu hedeflere ulaşmak için aldığınız kararlar ve eylemlerinizdir.

Kendinizle ilgili soruları sorduğunuzda ve gerçekçi olarak yanıtladığınızda, kendinizin farkına varacaksınız. Kendi farkındalığınızı sağladığınızda, pusulanızı elinize almış olacaksınız. Çünkü, bu aşamada, hayallerinizi hedeflerinize dönüştürebilecek ve eylem planı yapabilecek hale gelirsiniz. Bu aşamada, etkili bir KEFE Analizi yapmanız, koyacağınız hedefleri doğru belirlemenize ve kendi farkındalığınızı sağlamanıza katkıda bulunacaktır. Daha önceki yazılarımdan birinde de aktardığım gibi, KEFE Analizi, kişinin kuvvetli ve eksik yönlerini, bu yönleri kullanmasını yada kullanamamasına yol açacak fırsatları ve engelleri tanımlamasıdır. Bu analizin sonucunda, gelişim planınızda ortaya çıkmış olur.

Gelelim hedeflere.. Hedefleri; kısa süreli/uzun süreli ve somut (sayısal)/soyut(davranışsal) olarak ayırabiliriz. Öncelikle uzun dönemli hedeflerinizi belirlemelisiniz. Bundan 10 yıl sonra, ne yapıyor olmak istiyorsunuz? Belki daha fazla süreyi de düşünebilirsiniz. Bu hedefler, sizi aslında yaşam vizyonunuza ulaşmanızı sağlayacak hedeflerdir. Ardından; orta vadeli hedeflerinizi tanımlamalısınız. 1 yıl sonra, neyi başarmak istiyorum? Bunları yazın. Çok sayıda varsa, önceliklendirin. Yani, çok önemli, önemli, az önemli gibi. Bu hedefleriniz, uzun vadeli hedeflerinize ulaşmanızı sağlayacak mı? Bunu düşünün. Gelelim kısa vadeli hedeflere. Mesela, 3 ay sonunda neleri daha iyi yapabilirim? Düşünün. Bu matematikte bir konu olabilir. Aile ilişkinizi düzeltmek de olabilir. Her bir hedefinizin, ileri düzeydeki hedeflerinize katkısı olup olmayacağını kontrol edin.

Hedeflerinizi belirledikten sonra artık eylem planlarınızı yapabilirsiniz. Her bir hedef için yapılacak doğru planlar, sizi başarıya götürecektir. Kısa vadeli bir hedefe örnek verelim.

Hedef: “Gelecek hafta yapılacak matematik sınavında başarılı olmak.”
Eylem: 1.Verilen alıştırmaları çözmek
2. Önceki alıştırmaları tekrarlamak
3. Her gün 1 saat matematik çalışmaya ayırmak
4. Anlamadığım noktaları ….'ye veya öğretmene sormak
5. Hafta sonu yarım günümü matematik çalışmaya ayırmak
6. En iyi sonucu elde etmek için elimden geleni yapmak, başaracağına inanmak
7. Sınav esnasında, zamanını iyi yönetmek

Ne dersiniz! Yukarıdaki eylemler, matematik sınavından başarılı olmayı sağlar mı? Bence sağlar. Her hedef için bir tablo hazırlamak da mümkün. Tabloda bazı noktaları daha net görmek mümkün olur çoğu zaman.

HEDEF BELİRLEMEDE ÖNCELİKLER

Sınavlarda başarılı olamayan çocuklarımızı değerlendirirken ve eleştirirken daha gerçekçi nedenler bulmamız gerekecek. Öyle ya; başarısız olan çocuklarımız. Ancak başarısızlığın nedenlerini sorguladığımızda, çocuklarımızın dışında birçok etkenin var olduğunu görüyoruz.

Yeni dönemin başladığı şu günlerde, en önemli başarı faktörlerinden olan, “hedef belirleme ve eylem planı hazırlama” üzerinde duracağım. Konuya girmeden önce, herkesin kafasında dolaşan bazı sorulardan bahsedeceğim. Çocuğu bu sene dershaneye göndersek mi? Gönderirsek hangisini seçmeliyiz? Ya özel ders durumu ne olacak? Eksik dersleriyle ilgili hangi öğretmenlerden ders aldırabiliriz? Bütçemizi aşacak ama nasıl yapacağız?

Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak, sanki asıl sorulması gereken sorular sorulmuyor gibi. Mesela; benim çocuğumun bir hedefi var mı? Nasıl bir yaşam istiyor? Ne iş yaparsa, mutlu ve başarılı olur? Ve hatta ekonomik olarak güçlü olur? Yaşama hazırlanırken, sadece bu sınavı kazanması yeterli mi? Ya sonrasında? Biz neleri daha farklı yapabiliriz? Bu sorular sorulmadığındandır ki; her yılsonunda, her sınavın ertesinde, büyük hayal kırıklıkları ve çaresizlikler yaşanmaktadır. Bütün bu olumsuz durumların yaşanmaması içindir ki, aşağıda aktaracağım konularda tüm ailelerin ve öğrenci kardeşlerimin dikkat etmesi ve önerilen uygulamaları yerine getirmesi gerekmektedir.

Öncelikle çıkış noktamızı hayallerimiz üzerine odaklayacağız. Küçüklüğünüzden beri yapmak istediğiniz yada olmak istediğiniz bir şey var mı? Düşünün. Bir hayaliniz. Herkesin mutlaka bir hayali olmalı. Ama ben küçüklüğümüzden bahsediyorum. Çünkü; ben yaşamı; “Hayallerin hedefe, hedefin de gerçeğe dönüştüğü bir yolculuk” olarak görüyorum. İşte bu yüzden önce hayallerinizi bir sorgulayın. Bütün hazırlığı hayalleriniz üzerinden yapacağız.

Eğer yaşamla ilgili bir vizyonunuz, yani ulaşmayı düşündüğünüz bir yer varsa, hayallerinizi, anlamlı çabalara ulaştıracak hedeflere dönüştürebilirsiniz. Hedefini belirlemiş olmak bir ayrıcalıktır. Yaşam anlamlı hale gelir. Hedef belirlemek kolay bir iş değildir. Hedefinizi belirlediğinizde, sizi boğan sisler dağılıverir. Güneşin pırıl, pırıl aydınlattığı bir yolda yürüyüşe çıkmaktır gerisi. Hele bir de tutkuyla bağlandıysanız hedeflerinize... Ama nasıl? Bunun için kendinize bazı sorular sormalı ve yanıtlarını bulmalısınız. Şuandaki hayatımdan memnun muyum? Değilsen olmak için ne yapmalıyım? Nasıl bir yaşam istiyorum? Ne kadar zaman içinde istiyorum? Ne için yaşıyorum? Biliyorum; bir genç hatta bir çocuk için bu sorular ağır gibi görünüyor. Ancak, bu soruların yanıtları bulunmadan hazırlanılan bir sınav, okunan bir okul, çalışılan bir iş ve yaşanan bir yaşamın anlamı olmayacaktır. Çünkü elinizde bir “pusula” olmayacaktır. Pusulası olmayan bir geminin gideceği yer belirsizdir. Oysa, bir pusula ile gidilecek yer belli, gitme süresi belli, yolda karşılaşılacak engeller belli olacaktır. Dolayısıyla sadece sınavda başarılı olmaktan bahsetmiyorum. O gidilen yolda bir engel sadece. Önemli bir engel ama tek engel değil. Çocuklarımız ve gençlerimiz ve hatta ailelerimiz bu engeli aşınca, yolun düzeleceğini düşünüyor olabilirler ama değil. Ve inanın daha birçok engel bizleri ve çocuklarımızı bekliyor olacak. Bir pusula ve bir harita ile yaşamı daha anlamlı yaşamak mümkün olacaktır.

TÜRKİYE’DE GELECEĞİ YÖNET(EME)MEK

ÖSS yerleştirme sonuçları açıklanıyor. Ne yazık ki, her yıl olduğu gibi bu yıl da, bir yere yerleşemeyen öğrenci arkadaşlarımın durumu, beni fevkalade üzüyor. İşleri artık profesyonel öğrencilik olan bu arkadaşlarımın, gayretlerinin karşılığını alamamanın verdiği hayal kırıklığı ve sosyal çöküntünün üstesinden gelmeye çalıştıklarını gördükçe destek olmaya çalışıyorum. Kendilerini toparlasınlar ki, yeni hedef belirleyerek, tekrar yol koyulacaklar. Çünkü birçoğunun okumaktan başka çaresi yok.

Bir yerlerde yanlışlık var. Birkaç yıl üst üste bütün şartları zorlayarak çaba sarf eden ve üniversiteli olmaya çalışan ancak mutlu sona ulaşamayan arkadaşlarımız nerede yanlış yapıyorlar acaba? Peki bu yanlışlığın oluşmasından sadece kardeşlerimiz mi sorumlu? Eğer tek sorumlu onlarsa, onları eleştirmekte belki haklısınız. Ama ya değillerse!... Bence değiller. Neden olmadıklarını açıklayacağım şimdi.

Her şeyden önce genetik bir durum sözkonusu. Çocuk dünyaya gelirken, anneden ve babadan aldığı genleri taşıdıklarından ne kadar sağlıklı, güçlü ve hatta zeki oldukları burada kodlanmış durumda. Siz ne yaparsanız yapın, üzerine yeni formül yazamıyorsunuz. Bunun zengin olmakla yada çok ilgili olmakla ilgisi yoktur. Tabii ki bunların etkisi var ancak tek unsur değiller. Bunu neden söylüyorum? Tanıdığım bazı aileler, bütün imkanlarını ve zamanlarını çocuklarına ayırdıklarını söylemelerine rağmen çocuklarının hala başarısız olduğunu dile getiriyorlar. İşte bu yüzden, başarılı olmanın şartlarından biri, genetik olan zeka düzeyi ile ilgili.

Ardından; öğrencinin nasıl bir aile ortamından geldiği, başarısını etkiliyor. İlgi, sihirli kelime. Evdeki huzur ve aile içi iletişim ortamı, çocuğun yada gencin başarısına doğrudan etki yapar. Hele bir de önlerinde “örnek” teşkil edecek bir başarı varsa, bu bir motivasyon özelliği taşır. “Onun gibi olmak” isteyen bir çok öğrenci, farkında olmadan başarıya ulaşmanın yolunu bulur.

Bir başka neden; kişinin yaşadığı coğrafya ve sahip oldukları imkanlardır. Hepimiz biliyoruz, imkanı az olup da azıcık yardımla çok iyi başarılar kazanan çocuklar gördük bu coğrafyada. Yada tersine, imkan bulamadığı için çok istemesine rağmen okuyamayan çocuklarımız var. Fırsat eşitliği yada eşitsizliği dediğimiz bu unsur, ne yazık ki başarıyı çok etkilemektedir.

En ağır ve en kötü nedeni de en sona bıraktım. Evet; eğitim sistemimiz. Ezberciliğe dayanan, sorgulamadan, araştırmadan uzak öğrenmeyi öğreten bu sistem, birkaç kuşağı heba etmiştir. Hala da etmektedir. Zeki beyinlerin, harcanıp gittiğine şahit olmak çok üzücü ve acıdır. Ve bu sistemin içerisinde görev yapmaya çalışan öğretmenlerimiz. Öğretmenlerimize düşkünüz, ellerinden öpüyoruz. 24 Kasım’da da olsa sevgi ve saygıyla bahsediyoruz. Ne zor şartlarda çalıştıklarını biliyor ve haklı mücadelelerinde destekliyoruz. Ama; yine de eleştiriyorum. Çünkü onlar da yetiştikleri gibi öğrenci yetiştiriyorlar. Derslerden korkarsak, daha çok çalışacağımızı düşünüyorlar. Ne kadar yanlış.

Bakın dostlarım; matematik küçük yaşlarda çocuklarımıza sevdirilip, yaşamlarına sokulmazsa; ezberci değil de araştırmacı, sorgulayan ve düşünen öğrenciler yetiştirilmezse; çocuklarımızın hayallerini, hedefler haline getirmesine izin vermediğimiz sürece, çocuklarımız; neden çalıştıklarını, neden üniversiteli olmaları gerektiklerini, neden kaliteli yaşamaları gerektiklerini bilmeyecekler. Bilmeyince de doğru davranışta bulunamayacaklar. Ve dostlarım; iş yine bize düşüyor. Çocuklarımızın başarısızlıklarına üzülmeyin. Nedenlerini sorgulayın ve engelleri kaldırın. Kaldırın ki; onlar da daha kolay başarılı olsunlar.

14 Ağustos 2008 Perşembe

NEDEN MARKALARIN %90’I BAŞARISIZ?

Marka oluşturma anlayışı, iktidar(lider) konumlarındaki insanların, kimliklerini vurgulamak amacıyla eşyalarına damga koydurdukları eski çağlara kadar uzanır. Ticaret geliştikçe, belli markalar kalite, tanınma, ilişki, mülkiyet ve güven gibi kavramların temsilcileri olarak ortaya çıkmıştır. Buradaki amaç, satın alma kararlarını kolaylaştırmak ve satışları arttırmaktır.

Marka oluşturma, 2 temel yapı taşından oluşur: Kurumsal imaj ve ürün imajı. Bunların her ikisi de birine kilit, diğerine anahtar diyebileceğimiz iki alt unsur içerir. Kilit, doyurulmamış bir gereksinimin söz konusu olduğu pazar segmenti; anahtar ise, o gereksinimin rakiplerinden daha iyi bir şekilde karşılanması amacıyla yaratılmış olan ürünün imajıdır.

BİR MARKA OLUŞTURMAK

Bir marka oluşturmak için aşağıdaki 10 adımlık süreci uygulamalısınız:

  1. Adım: Bir SWOT Analizi yapın...
  2. Adım: Pazarınızı tanımlayın...
  3. Adım: Şirket genelindeki kilitleri tanımlayın... İşletmenizin, rakiplerinden daha iyi karşılayabileceği türden gereksinimlerin söz konusu olduğu pazar segmentlerinin hangileri olduğunu belirleyin.
  4. Adım: O pazarda nasıl tanındığınızı saptayın... İşletmenizin o pazarda herhangi bir imajı var mı? Varsa nasıl? Basit bir araştırma: Yani insanlara, işletmenizi düşündüklerinde akıllarına ilk gelen kavramların neler olduğunu sormak nasıl algılandığınızı görmenize yardımcı olur.
  5. Adım: Kurumsal düzeyde anahtar yaratın... Ya pazarda yeni olduğunuz ya da var olan imajınızın işe yaramadığı için bir kurumsal imaj yaratmanız gerekiyor olabilir. Bunun için öncelikle misyon bildirinizi oluşturmanız gerekmektedir. Şu noktalara odaklanın. (A) Güçlü yönlerinizi kullanarak hedefleyebileceğiniz en kazançlı kilitlerin yada pazar segmentlerinin hangileri olduğunu saptayın. (B) Bu segmentlere şirketinizin ne yaptığını açıklıkla anlatın. (C) Şirketinizin diğerlerinden farklı kılan unsurları ve sizinle iş yapmanın müşterilerinize sağlayacağı yararları açıkça belirtin.
  6. Adım: Kurumsal kimlik yaratın... İsim, logo, renk, yazı tipi boyutu ve kurumsal slogan.
  7. Adım: Ürün kilitlerini saptayın... Ürün ve hizmetlerinizin her biri için henüz doyurulmamış, sizin karşılayabileceğiniz gereksinimlerin söz konusu olduğu hedef pazar segmentlerinin hangileri olduğunu saptayın.
  8. Adım: Ürün anahtarları yaratın... Her ürün için farklı anahtarlar yaratın ama kopya etmeyin. Farklılık rekabeti en aza indirir. İmajınızla yarattığınız beklentiyi karşılamak için ne gerekiyorsa yapmanızı sağlar.
  9. Adım: Anlatın...
  10. Adım: Sonuçları ölçün ve inceleyin... Uygulama sonuçlarının ölçülmesi ve incelenmesi, neyin işe yarayıp neyin yaramadığını ve bu nedenlerini görmek açısından gereklidir.

    Ne dersiniz! Çok zor görünmüyor değil mi? İşletmelerimizin %90’ı, kendilerinin birer marka olduklarını söyleseler de, aslında sistematik olarak yukarıda yer alan maddelerin hepsini uygulayan işletme sayısı azdır. Ekonomik depresyon geçirdiğimiz bu günlerde, belki de yeniden yapılanmanın ve radikal değişikliklerin zamanı gelmiştir.

    Sızlanmadan vazgeçip, şapkanızı önünüze koyun ve gerekiyorsa (bence gerekiyor) bir uzmandan destek alarak, bu kriz ortamından en kazançlı çıkın.

MÜŞTERİ SADAKATİ YARATMAK

Günümüz koşullarında, iki insan arasında olması gereken ancak her zaman başarılı bir şekilde oluşturulamayan “sadakat”in, bir de müşterilerimiz için olanı var ne yazık ki. Çünkü, değişik nedenlerle müşteriye güven duyulmaması, temkinli olunması gerektiği, ticarete başladığımız ilk günlerde beynimize kazınmıştır. Sattığınız ürün ya da hizmet ne kadar kaliteli, ne kadar ucuz olursa olsun, müşteri her zaman daha ucuza ve hatta daha kaliteliye yönelme eğilimindedir. Bu da oldukça büyük risk anlamına geliyor aslında. Siz indirim yaptıkça, daha da indirim istemekte, servisiniz ne kadar müşteri odaklı olursa olsun hep bir şeylerden şikayet ederek, sizden aldığı hizmetin daha fazlasını talep etmeye çalışır.

Bu aşamada, yapılan satışın ve bu satışı yapan satışçının özellikleri ön plana çıkmaktadır. Başarılı bir satış, ürünlerle yada hizmetlerle değil, ilişkilerle ilgilidir. Öyle ya; müşterinin sizin sunduğunuz ürün ya da hizmeti en azından aynı fiyata veya kalitede bir başka firmanın satış elemanında da alabilir. Burada önemli olan, satışı yapan insanın tavır ve davranışlarıdır. Çünkü satış; teknik olmaktan çok kişisel, zihinsel ve duygusal bir eylemdir. Satış yöneticisinin bakış açısı, enerji ve becerisinin müşteri gereksinimleri ve hedefleri ile uyumu kazanmanın ön koşuludur. Hele bizim gibi duygularını, mantıklarından daha çok kullanan, bir basit ürünü bile satın alırken, eşine dostuna sorarak, alış veriş yapan bir toplum için bu çok daha önemli hale gelmektedir. Fayda maliyet analizi yaparak girişilen bir ticari ilişki ne yazık ki çok azdır. Aslında sorduğunuzda, hemen aykırı yanıtlar alırsınız. Mutlaka bu analizi yapıyordur insanlarımız. Ama karar aşamasına gelindiğinde, her ne oluyorsa, son sözü ya başkası söylemekte yada duygusal bir karar verilmektedir. O yüzdendir ki, pazarlama ve satış teknikleri artık, “İlişki Yönetimi” kavramı içerisinde yer almaya başlamıştır. Farklılık, insandadır.

Aşağıda, satış yöneticileri için en iyi 6 özelliğinin neler olduğunu göreceksiniz:

1- Tutku ve inanç: İnanç, ikna becerisinin en güçlü aracıdır. İnancınız duygularınıza ve duyularınıza yansır. İnandığınız şeyi, tüm bedeninizle anlatır ve yaşarsınız. Kendine inanan, işine inanır. İşine ve firmasına inan ise, satmaya çalıştığı ürüne ya da hizmete inanır.

2- Etkin dinleme becerisi: Tüm iletişimin, %40’ı dinlemeden, %35’i konuşmadan, %15’i okumadan ve %9’u ise yazmadan oluşur. Bu olması gerekendir. Ancak, ortalama bir satış yöneticisinde ve hatta bir insanda, dinleme verimliliği %25’te kalır ve tüm iletişimin %70’i yanlış anlaşılır. Dinleme becerisi, satış işinde çalışanlar için yaşamsal önem taşır. Bilinçli ve etkin bir dinleme, karşınızdaki kişinin yerine geçmenizi sağlar.

3- Empati kurma yetisi: Müşterilerinizin gereksinimlerini açık seçik ifade ettiğinizde, müşteriniz kendisiyle ortak bir algılamaya vardığınız görür ve size güvenir. Bu yakınlık saygıyı doğurur. Size güvenen rahatlar ve açılır. Etkin dinlemenin ardından gerçekleşecek bu durum ancak empati kurma yetisi kuvvetli bir insan tarafından gerçekleştirilebilir.

4- Profesyonel yaklaşım: İletişimi resmi düzeyde başlatıp, devamında kurulacak empatik ve hatta sempatik yaklaşımla ilişki yönetilmelidir. Çok zor durumda kalınırsa, gayri resmi iletişim düzeyini, müşterinizden kazanmalısınız. Müşterinizin izin verdiği kadar ilerlemelisiniz.

5- Soru sorma stratejisi: Bilgi edinmek mi istiyorsunuz? Mutlaka açık uçlu sorular sorun. Müşteriyi belirli bir sonuca mı yöneltmek istiyorsunuz? Bunun için kapalı uçlu sorular sormalısınız. Satış görüşmenizi, 2 yada 3 açık uçlu soru ile başlatın. Ardından 2 yada 3 kapalı uçlu soru ve son olarak da etkileyici bir soru sorun.

6- Ne alabileceğinize değil, ne verebileceğinize odaklanabilmek: Satış görüşmesinin odağında satış yapmanın değil, müşteri gereksinimlerinin karşılanması olduğu unutulmazsa, satış yapma olasılığı artar. Bunun için, hem dile getirilen hem dile getirilmeyen gereksinimleri duymanız gerekir. Eğer yeterince yakından dinlerseniz, müşterinin ne istemediğini duyarsınız. Müşteri sadakati yaratmanın en kritik kısmı, müşteri beklentilerinin aşılmasıdır.

Evet! Sıradaki sorun şu: “Müşteri Sadakati” kurulduktan sonra ne olacak? Ne mi olacak? Tabii ki, öncelikle bu sadakatin korunmasına yönelik faaliyetlerde bulunulacak. Ardında, bu müşterilerin de referansıyla yeni sadakatli müşteriler oluşturmaya çalışılacak.

MOTİVASYONU SAĞLAYAN ARAÇLAR VE TEKNİKLER

Sizlere bu yazımda, dış motivasyon araçları ve etkilerinden bahsedeceğim. Bu başlıklardan birçoğu, örgütsel(kurumsal) motivasyonu sağlayan unsurlar olarak değerlendirilebilir.

1) TAKDİR VE ÖDÜLLENDİRME
İyi yapılan şeylerin onaylandığını ve sürekli olmasının beklendiğini göstermek için takdir ve ödüllendirmenin yapılması önemlidir. Bazen bir teşekkür etmek, bazen somut bir hediye vermek olabilir bu.

2) GÜVENDE OLMA HİSSİNİN GELİŞMESİ
Bireyin kendisinin ve çevresindeki önemsediği kişilerin güvende olduğunu, onları ve kendisini koruyabileceğinin bilinmesi de motivasyon unsurudur.

3) İTİBAR VE SAYGINLIK GÖRME
Kendini gerçekleştirme aşamasına yaklaşan bireyin, dıştan gördüğü itibar ve saygınlık üst düzey motivasyon aracıdır.

4) MOTİVASYONDA PARANIN ROLÜ
Sadece işletmelerin çalışanları motive etmek için değil, babanın çocuğuna karşı kullandığı en güçlü silah paradır. Para bir işletmeye yetenekli personel almada ve onları daha zorlu çalıştırmakta kullanılır. Aynı zamanda da çalışanların fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamada ve saygınlığı sağlamada etkili olabilir.

5) KATILIM
Sosyal yaşamda yada iş ortamında bir şeye ait olmak yada bir ekibe dahil olduğunu bilmek önemlidir. Katılım sonucunda birey, kendine saygı ve tanınma gereksinmelerini tatmin edebilecektir. Organizasyonda iş görenlerin konferanslara, komite çalışmalarına, hatta işin kendisi ile ilgili olan yönetsel kararlara katılması iş göreni işine daha bağlı yapar ve böylece de motivasyonu artar.

6) YETKİ VE SORUMLULUK VERME
Yetki ve sorumluluk sayesinde iş gören eylemlerinde özgürlük kazanır, sorumluluk yüklenir ve gereksinmelerini giderebileceği davranışlara yönelebilir. Ayrıca yöneticinin giderek artan sorumlulukları ve denetim yükü de bazı yetki ve sorumluluklarının astlarına devredilmesiyle azalabilir. Aile içinde yada toplumda da alınacak sorumluluğu yerine getirebilmek önemlidir.
Kişilerde motivasyonun artması için denetimin minimumda kalması ve iş görene olan gereksinmenin ona belli edilmesi gerekir.Ayrıca bireyi motive edecek ve kendini gerçekleştirmesini sağlayacak yorumlar yapılmalıdır.

Çalışanlara işlerinde tanınan özgürlük onların motivasyonunun artmasına neden olur. Bunun tersine yönetimin çalışanlar üzerine çok fazla kontrolünün olması onların motivasyonunu düşürür ve işten tatminsizliğe neden olur.Çalışanlar için her hareketlerinin denetmenler tarafından kontrol edilmesi aşağılayıcı bir durumdur.
7) YÜKSELME(TERFİ)
Yükselme tam anlamıyla motivasyonel bir araç olarak değerlendirilir. Bu çalışanın gösterdiği başarıya karşılık bir ödüldür. Yükselmenin gerçekleşme nedeni kişinin takdir edilme, saygı görme ve kendini gerçekleştirme ihtiyacını bir sonucudur.

8) EĞİTİM VE GELİŞİM İMKANI
Eğitim çalışanların motivasyonu için yöneticilerin kullanacağı önemli bir araçtır. Yeni bilgilerin sunulması, davranış ve tutumların değişiminin sağlanması ve iş görenlerin tatminini sağlaması açısından eğitim çok önemlidir. Organizasyonun yeni bilgilere ihtiyaç duyması verimliliğini arttırma amacından kaynaklanır.Kendilerine yeni bilgiler sunulan ve eğitilen çalışanlar ait olan, sevgi görme, ilgilenilme gibi sosyal içerikli ihtiyaçlarını karşılanabildiğinin de göstergesidir.

9) REKABET
Rekabet; hem örgüt içerisinde hem de sosyal yaşamda ilginç bir motivasyon aracıdır ve etkisi inanılmazdır. Bireyin rekabete yönelmesinin temel nedeni saygı görme, tanınma ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarının bir görüntüsüdür.

10-) KURALLAR VE CEZALANDIRMA
Sosyal yaşamda varolan yazılı ve yazılı olmayan kurallar ile örgütün işe ve işleyişe ilişkin olarak koydukları örgütsel kurallar, rol belirlemeleri ve örgütsel buyruklar biçiminde ortaya çıkar ve yasal oldukları için benimsenirler. Ayrıca, adil olma, davranma söz konusu olduğundan ara sıra şikayet edilse de, benimsenirler.

MOTİVASYON TÜRLERİ VE ETKİLERİ

Kendinizi iki şekilde motive edebiliriz:

1- İç motivasyon
2- Dış motivasyon

İç motivasyon

İç motivasyon; sizin ihtiyaçlarınız, beklentileriniz, inançlarınız, ‘o’ nu yapma nedeniniz, zevkleriniz, hedeflerinizdir… İç motivasyon, sizin motivasyonunuzdur, sizin değerlerinizi, sizin hedeflerinizi, sizin isteklerinizi içerir. Sizi asıl harekete geçirecek olan da budur.

Yaptığınız şeyin “SİZ” istediğiniz için yapıldığını ve bunun için öncelikle siniz kendinizi motive etmeniz gerektiğini bilirsiniz.

Bir şeyi kendiniz istediğiniz için öğrenirseniz ya da yaparsanız, daha çok çalışır, daha tutarlı olur, daha iyi öğrenir, başarmak için farklı yollar denersiniz. Öncelikle mutlaka içsel motivatörleriniz olmalıdır. Hedefinize ulaşmanızı sağlayacak inancınız, harekete geçmeniz için cesaretiniz… Çünkü: İçten motive olan kişi düşünceyi eyleme dönüştürür: Hedeflerini belirler ve onlara ulaşmak için harekete geçer. İçten motivasyonda en önemli unsurlardan birisi İNANÇ’tır. “Bu hedefe ulaşabileceğime inanıyor muyum?”

Kendinize inanmanız için önce kendinize güvenmeniz gerekir. Öz güveni olan insanlar güçlüklerle mücadele ederler, problemlere çözüm üretirler. Kendilerine inanırlar. Ne olursa olsun, işin peşini asla bırakmayacak cesareti kendilerinde bulabilirler. Ayrıca şunu eklemekte de fayda var, güven eksikliği aslında yararlı hiçbir şey üretmeyen olumsuz düşüncenin ürünüdür. Zihin uğraşacak bir şey bulamayınca kendisiyle uğraşmaya başlar ve genelde bunu olumsuz şekilde yapar. Kendi enerjimizi farkında olmadan kendimizin düşürmesine neden olur.

Çoğu insan 'istatistik insanıdır.' Doğar, kayıtlara adı geçer, yaşar ve ölür. Sadece istatistiklerde adına rastlarsınız. Hayatta belli bir amacı yoktur. Bundan dolayı da ne yaparlarsa yapsınlar kendilerini asla motive etmezler, edemezler. Zaten ihtiyaçları yoktur. Onlar sadece nefes alış verişlerini engelleyecek durumlarda harekete geçerler. Yani acıdan kaçmak için harekete geçerler.

Oysaki bir hedefiniz varsa, sabah yataktan kalkışınız bile değişir. “Bugün hedefime bir adım daha ulaşabilmek için ne yapabilirim?” sorusu zihninizde ve hatta damarlarınızda dolaşır. Daha enerjik ve daha pozitif olursunuz. Çünkü artık geminizi ulaştırmanız gereken bir limanınız vardır.

Dış motivasyon

Adı üzerinde dıştan gelen motivasyondur. Bir işi ödül için ya da cezadan kaçmak için yapmanız gibi… Ya da sizi etkileyen insanların hedeflerini ve isteklerini yerine getirerek onların mutlu olmasını sağlamak gibi... Görüldüğü gibi, dış motivasyon kişinin dışından kaynaklanır, çevreden gelen bir pekiştirme ya da ödüllendirme ile bir şey yapmasını sağlar. Etkisi geçicidir. Yapılan davranışın kalıcılığı ve yoğunluğu düşüktür.

Dış motivasyon başlıklarını sayıp, haftaya daha detaylı etkilerini inceleyeceğiz.

Para, yetki ve sorumluluk, terfi, eğitim ve gelişim imkanı, grup çalışması vs.

Son Söz : “Motivasyon akıldan çok kalbin işlevidir.”