19 Aralık 2008 Cuma

HİKAYELERDİR ASLINDA YAŞAMI ANLATAN…

Yazılarıma başladığımdan beri dikkat ettim, daha çok kişisel gelişim ile ilgi mesleki paylaşımlarda bulunmuşum. Teorik bilgilerle bir farkındalık yaratmasını sağlamaya çalışmışım. Ama öyle hikayeler vardır ki, okuduğumuz-dinlediğimiz, birçok teoriyi, yöntemi, uygulamayı içinde görebilirsiniz. Zaman zaman böyle hikayelerle anlatmak istediğimizi daha kolay anlatabiliriz.

Hikâye, "Muhyiddin Arabi"ye ait. İçinde güven, sadakat, iletişim, kişisel farkındalık ve daha birkaç mesaj yer almakta. Hikaye alıntı olduğundan olduğu gibi aktaracağım.

Buyurun okuyun…

Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, Sultan Mahmud'un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken sultanın öylesine itimadını kazanmış ki, sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli, zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini, kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler.

Bu duygular içinde, özellikle sultan yakınları, ondan gün geçtikçe daha çok şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.

Bir gün sultanın huzurunda bir saraylının bir diğer saraylıya şöyle dediği duyulmuş: "Köle Ayaz'ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musunuz? Aslında her gün gidiyor; hatta izin günlerinde bile gidip orada saatlerce kalıyor. Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim.". Sultan kulaklarına inanamamış. "Gözlerimle görmeliyim" demiş. Böylece o da hazine dairesine gidip Ayaz'ı gözlemek istemiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp, içinde olanları seyretmeye hazırlanmış.

Ayaz hazine dairesine bir dahaki sefer geldiğinde sultan dışarıda beklemeye koyulmuş. Kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittiğini görmüş. Köle Ayaz, sandığın önünde diz çökmüş, kapağı usulca kaldırmış ve içinden bir şey çıkarmış. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonra da açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise! İşte köle Ayaz, saraylı giysilerini çıkarmış bu elbiseyi giymiş ve sonra aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine: "Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?" diye sormuş.

"Bir hiçtin sen. Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lütfetti. İşte Ayaz, şimdi buradasın, ama asla nereden geldiğini unutma. Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla; Ayaz hatırla!..."

Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden sultanla yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayaz'ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.

"Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi kalbimin hazinedarısın. Bana, benim de önünde bir hiç olduğum, kendi sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiği konusunda ders verdin."

Hiç yorum yok: