23 Ocak 2009 Cuma

BOŞANIYORUZ AMA NEDEN ACABA??!!!

Geçen haftaki başladığım “Boşanma” konulu yazı dizimin ilk bölümünde, boşanmadan önce neden evlendiğimizi tartışmıştık. İster görücü usulü isterse anlaşarak evlenme yöntemi olsun, başlangıçta evliliğe bakış açımızın, evliliğin devamını etkilediğini belirtmiştik. Biraz daha ileriye gidelim o zaman.

Bir ömür boyu bize hayat arkadaşı olacak kişiyi seçip, evlenme kararını aldıktan sonra durumda bazı değişiklikler görülmeye başlar. Sanki aileler evleniyormuş gibi, her iki tarafın da aileleri olayın içerisine gereğinden fazla dahil olurlar. Evlilik gerçekleştikten sonra eşler, yeni yaşamlarına alışmaya çalışırlar. Diğer taraftan da yaşamda “karı-koca” rollerini oynamaya başlarlar. Bu rolün ağırlığı bazen eşlere ağır gelir. Evliliğin düşündükleri gibi olmadığını anlarlar. Bu süreçte, eğer, aileler çocuklarına ne kadar çok karışırlarsa, evlilik o kadar zarar görür. Tabii ki, ihtiyaç duyulduğunda büyüklerden, onların tecrübelerinden yararlanmak gerekir. Ancak, aileler bunun dozunu hiçbir zaman ayarlayamazlar.

Sancılı geçen ilk yıllarda boşanmanın çok olmasının sebeplerinden biri, budur. Yıllar geçtikçe eşler, tecrübe kazanırlar ve hem olaylara hem de birbirlerine bakış açıları yerine oturur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Sancılı geçen dönemlerde, eşlerin birbirlerine davranışları, söyledikleri ne kadar seviyeli ve saygılı olursa, bu dönem sorunsuz atlatılır. Çünkü, her birliktelikte uzlaşmazlık olabilir. Önemli olan, saygı, hoşgörü ve fedakarlığın korunması ve yaşatılmasıdır. Eğer bunlar varsa, evlilik sağlam temeller üzerine kurulmuş ve yürütülmüştür olur.

Peki, evlilik kurumunu yıkan olası nedenler nelerdir?

Her kurum gibi evliliğinde zaman zaman aksayan yönleri olabilir. Bu aksaklıklar giderilemedikçe sonuç ne yazık ki boşanmayla noktalanabilir. Evliliğin bitmesine yol açan sebepler çok çeşitli olabilir. En sık görülen nedenleri söyle sırlayabiliriz:

1. Ekonomik sorunlar
2. Eşlerin sosyokültürel yapılarındaki farklılıklar
3. Cinsel sorunlar
4. İletişim bozukluğu
5. Eşlerden birinin ihaneti
6. Aile içi şiddet

Yukarıda yer alan sebepler nedeniyle evlilik sorunları yaşayan bir çiftin, anne baba olarak da çocuklarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesi zordur. Anne yada baba, çocuklarıyla ayrı ayrı sağlıklı ilişkiler kursalar bile, çocuklarına karşı birlikte tutarlı, dengeli tutum ve davranışlar sergilemekte güçlük çekebilirler. Bir evliliği başa çıkılamayan, çözüm üretilemeyen, süregelen sorunlarla devam ettirilmesinin çocuklar üzerinde yaratacağı etki, bazen boşanmanın eşler üzerinde yaratacağı etkiden daha fazla yıkıcı olabilir.

Ayrıca; boşanmanın sebebi ve şekli, çocukların boşanmadan ne kadar etkileneceğini de belirler. Boşanma nedeninin, anlaşmazlık olması ile eşlerin birinin ihanet etmiş olması, farklı sonuçlar doğuracağı ve farklı etkiler bırakacağı unutulmamalıdır.

ANLAŞAMADIK :(

2008 yılı içerisinde yaptığım televizyon programlarında birkaç hafta değindiğim konulardan biri, boşanma ve sonuçları üzerineydi. Yine geçen gün DRT’de psikolog arkadaşım Sayın Şebnem Dal Üzülmez ile katıldığım programda da yine aynı konuda görüşlerimizi aktardık izleyicilere. Bir süredir, bu konu üzerinde durmamızın bir nedeni var tabii. 2006 yılından bu yana sürekli artan bir boşanma oranı var şehrimizde. Bunun üzerine yapılmış ciddi bir akademik bir çalışma yok henüz. Ancak, bizlerin yaptığı bireysel görüşmelerden edindiğimiz tecrübeler ve bilgiler doğrultusunda ekonomik sorunlar ana nedenlerden birisini teşkil ediyor. Çünkü, şimdi söz edilen krizle şehrimiz 2006 yılında tanıştı. O günden sonra giderek ivme kazandı.

Birkaç hafta ben de köşemde bu konuyla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Nedenlerini, eşler ve çocuklar üzerine etkilerini tartışalım, nasıl yapılırsa az sancılı bir boşanma süreci yaşanabilir konusunda okuyucularımızı bilinçlendirelim istiyorum.

Toplumun en küçük yapı taşı olan aile kavramında oluşan bozulmaları konuşmaya başlamadan önce aslında, neden evleniyoruz ona bir bakmalıyız. Çünkü oranlara baktığımızda, evliliklerin ilk yılı içerisinde hatırı sayılır bir boşanma oranıyla karşılaşıyoruz. İster geleneksel (Görücü usulü) yöntemle olsun, ister modern yöntemle yapılan evlilikler olsun, daha başlangıcında yapılan bazı hatalarla sıkıntılı bir hale gelebilmektedir. Öncelikle erken yaşta yapılan evliliklerden bahsedelim. Bazı aileler, mal varlığını arttırmak için, kontrol etmekte güçlük çektikleri için ve daha birçok sebeple çocuklarını daha çocuk denecek yaşta evlendiriyorlar. Aileleri için evlenenler, bir süre sonra cahillik ve eğitimsizlikleri de bir araya gelince farklı yönlere sapabiliyorlar. Sağlıklı bir cinsel ve duygusal bilgisizlik içerisinde yaşamlarını sürdüren bu insanlar, bir de çocuk yaparak, yaralarına tuz basmaktan geri kalmıyorlar. Ondan sonrasını siz düşünün artık.

Diğer yandan, eş olarak seçilen kişiyi yeterince tanımadan, aşık olunduğu için, onsuz yapılamayacağı düşüncesiyle alelacele yapılan evlilikler de ilerleyen zamanlarda sorunlar oluşturmaktadır. Bazı soruların yanıtları bulunmadan yapılan evliliklerde, aşkın perdesi gözümüzün önünden kalktığında ve yaşamla ilgili mücadelede gösterilmesi gereken direnç düştüğünde bireylerin düşündüğü ilk çözümlerden birisi, ayrılmak olmaktadır.

Peki, evlenmeden önce doğru bir karar almak için hangi soruların yanıtlarını vermemiz gerekir? 1)Ben kimim? Yaşamdan ne bekliyorum? Nasıl bir yaşam istiyorum?, 2) Hayallerim ve hedeflerim var mı? Onlara ulaşmak için neler yapmam gerekir?, 3) Nasıl bir kişiliğe sahibim?, 4) Yaşamımın geri kalan kısmını birlikte geçireceğim hayat arkadaşımın ne gibi özellikleri olmalı?, Nasıl biri olursa beni mutlu eder?, 5) Ben eşime neler verebilirim? Yada vermeliyim?, 6) Eşim olacak kişiyle ortak bir hayale yada hedefimiz olabilir mi?

Evet!... Öncelikle bu soruların yanıtlarını kendimize vermelisiniz. Karşımıza böyle birisi çıktığında da onunla da bu konuları konuşmalısınız. Tabii ki sevdiğiniz ve aşık olduğunuz kişilerle yaşamınızı birleştirmelisiniz. Ancak, karşınıza böyle birisi çıkmadan önce bu analizi yaparsak, ilişkilerinizi yönlendirirken bu konulara dikkat ettiğinizi de göreceksiniz. Unutulmaması gereken bir nokta daha var. Şans, kader, kısmet… Adına ne derseniz deyin. Tüm soruların yanıtlarını verseniz de karşınıza çıkacak kişiyi seçerken bu unsurunda etkili olacağı göz ardı edilmemelidir.

GELİŞMEZSEN EĞER, YOK OLABİLİRSİN

Son zamanlarda çok sık duymaya başladık. Değişim, gelişim, farkındalık vs. kavramlarını. Bireysel gelişim diyoruz, sosyal gelişim diyoruz. Peki ya gelişimin zıttı nedir? Durağanlık mı? Tek düze kalmak mı? Eski kafalı kalmak mı? Bence gelişimin zıttı yok olmaktır, hatta ölmektir. Eğer gelişmezseniz ölürsünüz.

Gelişim kavramının özünde, “değişim” vardır. Değişim sizi rahat alanınızdan çıkmaya ve “tehlikeli, riskli ve alışılmadık” şeyler yapmaya zorlar. Ancak değişim, gelişim için en büyük fırsattır. Peki insanlar neden değişime karşı çıkarlar? Neden “Değişeceğiz” dediğimizde insanlar koltuklarına sıkı sıkıya sarılırlar? Gerçi herkes böyle davranmaz ama yine çoğunluk böyledir. Bazı insanlar, -ben onlara akıllı insanlar diyorum; biliyorsunuz, zeki olmak ile akıllı olmak arasında fark vardır- değişimin getirdiği yeni olasılıklardan ne tür fırsatlar yaratabileceğine odaklanırlar. Ama bunu yaparken kendilerine bazı sorular sorarlar: “Neden bunlar benim başıma geliyor?” yerine “Ne gibi olumlu adımlar atabilirim?, “Bu değişim bana ne kadar zarar verdi?” yerine “Bu değişimden nasıl yararlanabilirim?” diye.

Kendimize yapıcı sorular sormak, pozitif düşünebilmemiz için ise, bazı engelleri de aşmamız gerekmektedir. Bu engelleri şöyle açıklayabiliriz:

1.Engel: Korku. Yeni şeyler, eski alışkanlıklarımıza olan inancımızı tehdit eder. Kendimizi tehdit altında hissettiğimizde ise korku duyarız. Fiziksel ve duygusal olarak etkileniriz. Hele değişim doğrudan bize yöneldiğinde korkumuz daha da artar. Peter Senge’in şöyle bir sözü var: “İnsanlar değişime karşı çıkmazlar. Değiştirilmeye karşı çıkarlar.”. Kendimizi değişimin “kurbanı” olarak görmeye başladığımızda ise vereceğimiz tepkiler hiç de mantıklı olmamaktadır.Ama korku, yönetilebilir bir duygudur. Mantık yürütme, olumlu iç konuşmalar, uzmanlardan alınacak desteklerle bu süreç, amaca yönlenilerek başarıyla aşılabilir.

2.Engel: “Ne olurdu?” oyunu. Durumlar değişmeye başladığında geriye dönerek, “….. ne olurdu?” şeklinde düşünce üretmek gereksiz zaman ve enerji kaybına neden olur. “Yatırım yapmasaydım ne olurdu?, “Küçülmeseydim ne olurdu?”, “Daha iyi bir eş olsaydım ne olurdu?” gibi. “Ne olurdu?” oyunu, büyük bir kara delik gibidir, oyuncuların, bizlerin ileriye gitmesini, eyleme geçmemizi engeller. Hemen olumlu sorularla şuanı ve geleceği planlamak ve uygulamaya geçmek doğru bir hamle olacaktır.

3.Engel: Etiketler. İşimizi kaybedince, onun bize verdiği imkanları kaybedince, kartvizitimiz gidinde kendimizi tam anlamıyla bozguna uğramış gibi hissederiz. Ama yanlış olan şudur. Biz bu etiketlerden ibaret değiliz. Görevimiz, işimiz, biz değiliz. Bunlar sadece etikettir. Bu iş olmadan da bir yaşantımız ve karakterimiz vardı. O yüzden, bence kendi yaşantımızın CEO’su olmamız gerek.

4.Engel: Odaklanma eksikliği. Değişim yaşanırken görüntü bulanıklaşır. Gidilecek yol belli olsa da, yolculuk esnasında dikkat dağılabilir. Bunun sebebi, planlı bir değişimin yaratılamamış olmasıdır. Odaklanma, az sayıda konuda, daha etkili olmaktır. Önceliklerimizi belirlemeli, onlara yönelik eylem planları yaparak değişimi yaşamalıyız.

Değişim gelip bizi bulduğunda, kendimize soracağımız sorular, aradığımız yanıtlardan daha önemlidir. Bazı insanlar “Benden ne olur ki?” diye sorarlar. Başarılı insanlar ise, “Ne olacağım?” diye.

YENİ YIL, YENİ UMUTLAR :)

Evet! Nihayet geldi 2009. İyi ki de geldi. Neydi o öyle? Biz ki; nice krizleri yaşamış, nice badireler atlatmış bir toplumuz. Krizler neredeyse yaşama biçimimiz olmuş, sessizlik ve sakinlik yaşadığımızda yine bir şeyler olacak endişesi yaşarız sürekli. Ama 2008, hepsini solladı doğrusu. Hem sadece bizi değil tüm dünyayı salladı. Dünya, alışık olmayınca böyle durumlara, tüm dengeleri alt üst oldu. Ya bizim?

Yeni yılın ilk gününde dolaşırken, 2 mizah dergimizin; komik, komik olduğu kadar da anlamlı kapaklarına rastladım. Birinde, -hani geçen yılı ihtiyar, gelen yılı da küçük bir çocuk olarak resmederler ya- onun gibi, 2 farklı Tayyip Erdoğan çizimi gördüm. Birisi 2008’i, diğeri 2009’u anlatıyordu. Büyük olan, küçük olanı kucağına almıştı. İlginç geldi bana. Yine birlikte olacağımızı, tüm gündemi ve yaşantımızı etkileyeceğini düşündüm. Diğer dergide ise, Bush’a atılan ayakkabı konusu kapak yapılmıştı. Ama bir farkla! Bush’un yerine veda konuşması yapmaya gelen, 2008’i anlatan bir yaşlı bir adam vardı. Ona da ayakkabı fırlatılmıştı. Ve şöyle deniliyordu 2008 için: “Hangi yüzle veda konuşması yapmaya geldin?”.

Haksızlık etmeyelim tabii. 2008 yılında bazı dostlarımızın yaşantısına güzel şeyler getirmiştir. Kimisinin bebeği olmuştur, kimisi dünya evine girmiştir ki, buna kendi kardeşim de dahil, kimisi yeniden aşık olmuştur. Kimisi işini kaybetmemiş hatta terfi bile etmiştir. Ancak ben genel çoğunluktan bahsediyorum. 2008 yılı hepimizi çok yordu. Hem bireysel, hem de işletmelerimiz çok sıkıntı yaşadı. Yeni yıl gecesi bile eski coşkuya pek rastlamadık.

Hadi gelin, artık 2008’i geride bırakalım. Tüm yaşadıklarımızdan gerekli dersleri alalım ve arşive kaldıralım. Artık 2009 yılındayız. Ümitliyim ben, hem de çok. Kendim için, ailem için, işim için, şehrim için, ülkem için ve hatta dünyam için. Eğer biz istersek, inanırsak ve eyleme geçersek, bu yıl ve önümüzdeki yıllar daha güzel geçecektir.

Lütfen sahip olduğumuz şeylere odaklanalım. Onlardan olumlu enerji alarak önümüze bakalım. İyi yönlerimize odaklanalım. Önce kendimize sonra tüm çevremize karşı saygılı ve hoşgörülü olalım. Mükemmel olacak, mükemmel olacağız diye, iyi olan şeylerin kıymetini gözden kaçırmayalım. Önceliklerimizi bir kez daha gözden geçirelim. Yaşamımızdaki araçlar, amaçlara dönüşmüş olmasın. Hırslı olmak, risk almak tabii ki faydalı. Ancak kontrolü kaybetmeyelim. Ne derler bilirsiniz. “Kontrolsüz güç, güç değildir.”. Sadece zarar verir.

Daha çok dinleyelim. Dinlediklerimizi yorumlayalım. Araştıralım ve hem kendimizi hem de etrafımızdakileri geliştirelim. Unutmayalım. Gelişim yaşam boyu sürer. Çevremizdeki, şehrimizdeki bilgili, tecrübeli insanlardan yararlanalım. Sorarsanız, öğrenmek isterseniz, “küçülmezsiniz!” merak etmeyin. Unutmayın!... Dünyadaki en önemli ve en pahalı 2 şey; “Bilgi ve Teknoloji”dir. Sorun, danışın, koçluk alın, gelişin. Yaşam kalitenizi hep arttırın. Aman sendecilikten uzak durun.

Büyüklerinize saygı gösterin. Onların bugüne kadar ki yaptıklarına sahip çıkın. Onları koruyun ve geliştirin. Ve lütfen insani değerleri hiçbir zaman unutmayın. Eğer hepimiz üzerimize düşeni yaparsak, inanın tedirgin olacak bir durum kalmayacaktır. Hani derler ya; “Herkes kendi evinin önünü temizlese ve başkasının evinin önünü kirletmese, bütün her yer tertemiz olur.” diye. Onun gibi; önce hepimiz kafalarımızı temizleyelim ve başkaları için olumsuz düşünmeyelim, başkaları da aynısını yapsın, o zaman tüm toplumumuz tertemiz bir toplum olalım.

Güzel bir yıl, sağlıklı bir toplum olmamız dileğiyle!...

YENİ YILIMIZ HEPİMİZE KUTLU OLSUN!...

Nihayet 2008 yılının sonuna geldik. Geldik ama oldukça da yıprandık. Tüm dünyayı kaplayan olumsuz tablo hepimizi bir şekilde etkiledi. Sanayicisi, esnafı, öğretmeni, işçisi, memuru, emeklisi ve tabii öğrencisi. Herkes kendi çapında bu yılı hem ekonomik hem de sosyal açıdan sıkıntılıyla kapatıyor. 2008 yılı girerken dilediklerine herhalde çok az kişi ulaşabilmiştir. Onları bütün kalbimle kutluyorum. 2009 yılından beklentiler de çok yüksek değil. Hatta 2008 yılına göre daha zor geçeceğini düşünenler bile var.

Yazılarımda, genelde sorunlardan bahsediyor olsam da, hep çözümlerden de bahsetmeye çalışırım aklım yettikçe. Olumsuz bakmamaya, pozitif enerjimi sizlerle paylaşmaya çalışırım. Özellikle yılın bu son yazısında da, 2009’un bizlere, daha çok başarı, daha çok kazanç ve tabii sağlık getirmesine yönelik duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Bu aşamada hepimiz, önceliklerimizi belirlemeliyiz. Herkese göre değişiklik gösterse de ben yine de sizler için de bir öncelik listesi hazırladım. 2009 yılından beklentilerinizi bu sıraya göre tekrar gözden geçirin ve önceliklerinizi aklınızdan çıkartmayın.

1) Sağlık: Her şeyin başı sağlık. Önce yaşamanız, var olmanız gerek dünyadaki işleri gerçekleştirebilmeniz için.
2) İnanç: Kendinize inancınız, ailenize inancınız, işinize, çalışanlarınıza, ülkenize, şehrinize ve tabii tanrınıza olan inancınız. İnanmalı ve umut etmelisiniz.
3) Hayaller ve hedefler: Herkesin bir hayali olmalı. Ondan yola çıkarak, kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerinizi belirlemeli ve ona göre planlar yapmalısınız. (Biz buna vizyon ve misyon da diyoruz.)
4) Aile : Size inanan ve güvenen bir aileniz olsun. Sizi desteklesin sonuna kadar. Ama siz de onlara hak ettikleri değeri ve ilgiyi gösterin. Onlarsız olmaz asla. Hem düşünsenize; başarsanız bile kime ne bırakacaksınız.
5) İlişkiler : Doğru insanlarla, değerli insanlarla, sizi seven insanlarla, ileri görüşlü, kültürlü, bilgili insanlarla iletişim kurun. Önce verin, karşılığını beklemeden. Sonra gerisi kolay.
6) Değişim: Ne iş yaparsanız yapın, mutlaka kendinizi geliştirin. Okuyun, gezin, konuşun, dinleyin, düşünün ve değişin. Ve tabii gelişin.
7) Yetiştirme: Ne olur arkanıza ve hatta yanınıza birilerini yetiştirin. Korkmayın. Onları dinleyin, düşüncelerini önemseyin, kademeli yetkilendirin ve onlara devredin. Sizler artık guru olun, lider olun, CEO olun. Ve tabii baba olun.

Biraz da yaşayın. Sevdiklerinizle birlikte olun. Yaşamın anlamı sadece para kazanmak, çalışmak değildir. Bunlar sadece birer araçtır. Önemli olan, huzurlu ve mutluluk içerisinde yaşamaktır.

2009’da daha çok yaşayın; sevgiyle ve hoşgörüyle!...